gör
Gaziantep
6000 yıllık bir tarihin taşıdığı kültürel, dini, gastronomik izlerle süslü kadim bir şehirdir Gaziantep. Ticaret yolları ve medeniyetlerin geçiş noktası üzerindeki konumu onu her dönemde gözde kılmış ve zenginleştirmiştir.
Pek çok önemli şehir-devletini barındırmış bu topraklar, pagan kültlerden tek tanrılı dinlere kadar sayısız inanç türüne de kucak açmıştır. Her medeniyet bir öncekinin üzerine kendi kültürel mirasını bırakınca, tıpkı baklavayı oluşturan kat kat yufkalar gibi, ortaya harika bir tarihi tat çıkmış. Bu muhteşem tat, bölgedeki zanaatkarların mozaikleri, heykelleri ve kabartmaları ile görünür kılınmıştır.
Antepliler bu görününen haricinde yeraltına da önem vermişler. Dünya’nın yeraltındaki en büyük tapınağı olan Mitras Tapınağı’nı inşa ettikleri gibi, bölgesel sorunlara çözüm olarak dünyada örneği az bulunan yeraltı su sistemi Kastelleri yapmışlar.
Siz de Antep’in görünen ve görünmeyen hazinelerini merak ediyorsanız, gelin ve bu gizemli şehri keşfedin!
Zeugma Antik Kenti
Fırat Nehri manzaralı evleri, bir zamanlar yapılan nehir ticareti, sosyal yaşamdaki hareketliliği ile Zeugma, Roma Dönemi’nin en büyük ve en kalabalık nüfuslu kentlerinden birisi olarak cazibe merkezi olmuştu. Zeugma’ya yerleşen tüccarlar, komutanlar ve varlıklı insanlar, manzaralı teraslarda çok sayıda villa yaptırmış; usta sanatçılar Fırat Nehri’nden çıkardıkları renkli taşları kullanarak bu villaların tabanlarını antik dönemin mitolojik konularını ve geometrik şekillerini içeren mozaiklerle, duvarlarını ise fresklerle bezemiş.
Diğer antik kentlerin aksine, Zeugma’da bulunan eserlerde genellikle kente çok yakın olan ocaklardan çıkarılan kireç taşı sıklıkla kullanılırken, elde edilen mimari elemanların da o bölgede yapılmış olması dikkat çekmektedir. Bu nedenle Zeugma’da ithal malzeme çok sınırlı oranda kullanılmıştır.
Kimi bir havuzun kimi bir yemek salonunun zemininde bulunmuş olan ve mitolojik Yunan tanrılarını betimleyen eşsiz mozaikler ile evlerin duvarlarındaki freskler dünyadaki bütün antik kentlerde bulunan bullalardan daha fazla sayıdaki (yaklaşık 100 bin bulla-mühür baskısı) ile Zeugma, dünyanın ilgisini üzerine çekmiştir.
Kentteki mozaikli villaların büyük bir bölümünde kazılar tamamlanarak kurtarılan eserler Zeugma Mozaik Müzesi’ne taşınmış; kurtarılamayanlar ise Birecik Barajı’nın suları altında kalmıştır. Kentin biraz daha yüksekte kalan kısmında konumlanan villalar koruma altına alınarak ziyaretçilere açılmıştır. Kentte, arkeolojik kazılar devam etmektedir.
Zeugma Mozaik Müzesi
Dünyanın en büyük mozaik müzelerinden birisi olma özelliğini taşıyan Zeugma Mozaik Müzesi, konu ve renk çeşitliliği bakımından oldukça zengin bir mozaik koleksiyonuna sahiptir. Sergilenen yaklaşık 3000 m² mozaik kapsamında metrekareye düşen tessera (her bir mozaik taşına verilen isim) sayısının fazlalığıyla dikkat çekmektedir. Üç boyutlu tasarımlar ve üst düzey tekniklerle dönemin mimarisi, yaşam biçimi, bitki ve hayvan temalarının zengin bir biçimde mozaiklere aktarılması, Zeugma’yı dünya çapında en önemli müzelerden biri haline getirmiştir.
Müzedeki eserler o dönemde kentte yaşamış olan insanların inançları, kültürü ve günlük yaşantısını geçirdiği ortamın mimarisine birebir uygun olarak Zeugma Antik Kenti’ndeki konumlarına göre yerleştirilmiştir. Bu şekilde Fırat Nehri’ne en yakın konumda bulunan mozaikler girişte yer alırken kentin teraslarına doğru yükselen mozaikler sırası ile yerleştirilmiş ve ikinci kata gelindiğinde bugünkü su seviyesinin hemen altı veya üstünde bulunan kotlardan gelen mozaikler sergilenmiştir. Bodrum katta sergilenmekte olan Roma Hamamı’na ait mozaikler, baraj gövdesinin hemen altından çıkan mozaiklerdir. Ziyaretçiler Zeugma Antik Kenti’nin en alt kotunda bulunan hamam mimarisi ve mozaiklerini Zeugma Mozaik Müzesi’nin en alt kotunda görecektir.
Zeugma Mozaik Müzesi’nde sergilenen en göz alıcı eserlerden bir tanesi bronzdan yapılmış Savaş Tanrısı Mars (Ares) Heykeli’dir. Ayrıca dünyaca ünlü “Çingene Kızı Mozaiği” (aslında menad olduğu düşünülmektedir) burada sergilenmektedir.
Zeugma Mozaik Müzesi, sadece mozaiklerin sergilendiği, konferansların yapıldığı bir kompleks olmaktan çok, her türlü restorasyon ve konservasyon hizmeti verebilecek donanıma sahip laboratuvarları, geniş alanlı depoları, çalışma ofisleri ve atölyeleri ile aynı zamanda önemli bir mozaik enstitüsü olma niteliğine sahiptir.
Arkeoloji Müzesi
Cumhuriyet Dönemi’nin ilk kadın arkeologlarından olan Sebahat Göğüş tarafından kurulan Gaziantep Arkeoloji Müzesi, ilgi çekici ve zengin bir koleksiyona sahiptir. Müze, Alt Paleolitik Dönem'den günümüze kadar olan sergileme üniteleriyle ziyaretçileri adeta geçmişten günümüze tarihsel bir yolculuğa çıkarmaktadır. Müzede 106 adet vitrin içinde, Jeolojik Dönem fosil ve kayaçları ile başlayan teşhir, Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik, Tunç Çağları, Hitit, Hurri, Pers, Yunan, Roma, Doğu Roma, İslami ve Osmanlı Dönemi’ne ait eserler ile sonlanmaktadır.
Yesemek Açık Hava Müzesi
Yesemek, M.Ö 14. Yüzyıl ile M.Ö 7. Yüzyıllar arasında, Orta Doğu’nun en büyük taş ocağı ve heykel işleme atölyesi olarak bilinmektedir. Yerli halk olan Hurriler’in çalıştığı atölye, bölgenin Hitit hâkimiyetine girdiği M.Ö 2. bin yılının ikinci yarısında, Hitit Kralı I. Şuppililuma zamanında işletmeye açılmıştır. M.Ö 1200’lerde Deniz Kavimleri’nin göçü sırasında faaliyetlerine ara veren atölye, M.Ö 9. Yüzyıldan itibaren Geç Hitit Krallıkları döneminde tekrar çalışmaya başlamış, Yeni dönemde özellikle Hitit, Suriye, Aramive Asur sanat unsurları ağırlık kazanmıştır. Orientalizan adıyla anılan bu üslup, batıda gelişmeye başlayan Ege kültürlerini etkileyerek Yunan sanatının çekirdeğini oluşturmuştur.
MÖ 7. Yüzyılın sonuna doğru Asurlular, atölyenin faaliyetlerine son vermiş ve ustaları Asur’a götürmüş. Ustaları giden atölyede her şey olduğu gibi kalmış; o andan itibaren Yesemek için zaman adeta donmuş.
110 dönümlük alan üzerine kurulan ve büyük bir organizasyonla işletildiği anlaşılan Yesemek Taş Ocağı ve Heykel Atölyesi, taşların ocaktan kesilmesi, yontu taslaklarının hazırlanması ve tamamlanmasına kadarki evreler teker teker örnekleriyle görülebilmektedir. Etkinliği yaklaşık 500 yıl sürmüş olan taş ocağı ve atölye, günümüze kadar gelmiş tek örnek olması açısından önemlidir. Dünyada benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğindeki bu atölyede, ilk olarak yüzey kayası üzerinde, blok sınırları belirlendikten sonra düzenli delikler veya kanallar açılır, bu oyuklara kuru ağaçlar çakılıp, ıslatılarak genişleyen kuru ağaçlar, kaya bloğunu çatlatarak yerinden koparırdı. Elde edilen bazalt bloklar, ağaç kızaklarla aşağıdaki çalışma alanına indirilir ve heykel taslaklarının sergileneceği yere götürülürdü. Heykellerin ince işçilikleri, konulacakları son yer olan Zincirli, Sakçagözü gibi Hitit kentlerinde yapılırdı. O dönemde bu büyüklükte bir sahayı kaplayan atölyeye ve atölyede meslek icra eden heykeltıraş sayısına, günümüzde meydana gelen teknolojik ve sanatsal gelişmeye rağmen ulaşmak mümkün olamamıştır. Bu durum o dönemde burada yaşayan insan topluluklarının sanata verdikleri önemin büyüklüğünü göstermektedir.
Bugün yaklaşık olarak 500’ün üzerinde heykel ve orthostat taslağının toprak altından çıkarılıp belli bir düzende sergilendiği Açık Hava Müzesi’nde taslakların büyük çoğunluğunu, Hitit kentlerinin kapılarının koruyucusu olan kapı aslanları oluşturur. Anıtsal sfenksler (kadın başlı kanatlı aslan), ayı adam, savaş arabası, dağ adamlar, av sahneleri atölyede bulunan diğer önemli eserlerdir.
Karkamış Antik Kenti
Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 12. yüzyılın başlarına doğru yıkılışını izleyen 300 yıl içinde kurulmuş olan Geç Hitit Krallıkları’nın en güçlüsü Karkamış Krallığı’dır. Karkamış, M.Ö 17. yüzyılın ikinci yarısında Halep ve Suriye’nin büyük kısmını ele geçiren Hititler’in etkisi altına girmiştir. Hitit İmparatorluğu’nun M.Ö. 1195 civarında yıkılmasından sonra Karkamış, bölgenin en güçlü bağımsız krallıklarından biri olmuştur. M.Ö. 717’de Asurlu II. Sargon tarafından kent yerle bir edilmiştir. Kentte yerleşim Helenistikve Roma dönemlerinde de devam ettikten sonra hızla önemini yitirerek terk edilmiştir.
Yapılan kazılar sonucunda M.Ö birinci bin yıla ait çok sayıda yeni hiyeroglif Luvi yazıtı, kil tabletler, zarif, yürüyen aslan, kanatlı boğa ve kanatlı keçi-boğa rölyefli orthostatlar; mozaik tabanlar ortaya çıkarılmıştır. Yine burada bulunan ve çoğunluğu Geç Hitit dönemine ait kabartmalar, Tanrıça Kubaba ve onun adına yapılan tören alayındaki askerlerin, rahiplerin, çeşitli hayvanları taşıyan kişilerin, uzun ve düz kılıçlarla silahlanmış prenslerin, savaş arabalarının, karışık yaratıkların, koruyucu hayvanların yer aldığı tören alayı betimlemeleriyle, MÖ birinci bin yıl başlarındaki yaşam biçimine, giysilerine ve kültürüne ışık tutmaktadır. Karkamış kabartmalarının, büyük çoğunluğu bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi ve Gaziantep Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. Karkamış Antik Kenti, yakın bir zamanda “Arkeopark” olarak ziyarete açılacaktır.
Dülük Antik Kenti ve Mitras Tapınağı
Bilinen ilk yerleşimi 600.000 yıl öncesine tarihlenen Dülük, “Antik Kent” ve “Kutsal Alan” olmak üzere iki ayrı alan üzerine konumlanmaktadır. Antik yerleşim, Dülük Köyü’nün kuzey bitişiğindeki Keber Tepesive çevresinde toprak altındadır. Kutsal alan ise Dülük Köyü’nün yaklaşık 3 kilometre kuzeyinde, Dülük Baba Tepesi'nde yer almaktadır.
Dülük’te Keber Tepesi’nde yapılan bilimsel kazılarda Alt Paleolitik Dönem'e ait çakmaktaşı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler ve barınma için kullanılan “Şarklı Mağara” bulunmuştur. Bu bulgular neticesinde, Dülük’ün dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu düşünülmektedir.
Dülük, sadece kent tarihi açısından değil dinler tarihi açısından da oldukça önemli bir yerdir. Zira zamanında Dülük, Teşup, Zeus ve Jupiter Dolichenus inançlarının kült merkezi olmuştur. Roma tanrısı Jüpiter Dolichenus’un anayurdu olarak Komagene sınırlarını aşan bir üne sahip Dülük’te ayrıca Mithrainancı da mevcuttu.
Dülük Mitras Tapınağı, Anadolu’da bulunan Mitras Yeraltı Tapınaklarının en büyüğüdür.
Dülük Antik Kenti’nde çok sayıda kayaya oyulmuş oda mezarı mevcuttur. Mezarların içerisinde, dini ve mitolojik konulu kabartmaları olan lahitler bulunmaktadır.
Dülük Kenti, Hititler'den beri süregelen kutsal şehir konumunu Bizans Dönemi'nde Başpiskoposluk ünvanıyla devam ettirmiştir. Başpiskoposluğun 7'inci yüzyılda Zeugma’ya taşınmasıyla birlikte dini merkez konumunu kaybetmiştir.
Antik Dülük Kenti ve günümüzdeki Dülük Köyü, geleneksel kesme taştan evleri, tarihi camisi, kaya mezarları ve kiliseleri ile ziyaretçilerine tarihin derinliklerine inerken hem mimari hem de doğal güzellikleri görebilecekleri keyifli bir gezi fırsatı sunar.
Tilmen Höyük
Anadolu’nun Hattuşa kentinden sonra en ihtişamlı Hitit Şehirlerinden biri olan Tilmen’de, 2003 yılından bu yana yapılan kazılar neticesinde burası bir Arkeopark haline getirilmiştir. Höyüğe ait buluntular eski Mezopotamya ve Suriye kültürleri ile eski Anadolu kültürleri arasındaki bağı ve karşılıklı ilişkiyi göstermektedir. Yapılan kazılar sonucu buranın M.Ö. 4000 yılına tarihlendiği ve M.Ö 3. bin yılın son döneminde büyük bir şehir olduğu anlaşılmıştır. Höyüğün kuzeydoğusunda 8 metre yüksekliğinde, 17 basamaklı ve rampayla çıkılan yuvarlak kuleler vardır. İki sıra surla korunan kalenin surları, inanılmaz büyüklükte ve tonlarca ağırlıktaki taşlarla yükselmekte ve adeta kentin o dönemki görkemini gözler önüne sermektedir. Kentin asıl giriş kapısı doğudadır ve iki yanı kapı aslanlarıyla korunmuştur.
Gaziantep Kalesi
Gaziantep Kalesi, Türkiye’de ayakta kalabilen kalelerin en güzel örneklerinden birisi olup şehir merkezinde bir tepe üzerinde konumlanmaktadır. Gaziantep Kalesi’nin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Tarihi günümüzden 6000 yıl öncesine, Kalkolitikdöneme kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S. 2-3.yy.’da ise kale ve çevresinde “Theban” isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir. Bu dönemde kalenin, bir Roma gözetleme kulesi olarak yapıldığı ve zaman içerisinde genişletildiği yapılan arkeolojik kazılarla anlaşılmıştır. Bugünkü biçimini ise kaleler mimarı olarak da bilinen Bizans İmparatoru Iustinianos döneminde M.S. 6.yy.’da almıştır.
Gaziantep Arkeoloji Müzesi tarafından yürütülen arkeolojik kazılar sonucunda, Osmanlı dönemine ait bir hamam ile bir cami ortaya çıkartılmıştır. Kalenin bir galerisi, günümüzde Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panaroması Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Kurtuluş Cami
1892 yılında, Osmanlı Saray Mimarı Sarkis Balyan tarafından tasarlanmış ve taş ustası Sarkis Taşçıyantarafından inşa edilmiştir. Ermeni Gregoryan Kilisesi olarak yapılan bina, Antep-Halep bölgesinin taş mimarisini başarıyla Ermeni kilise mimarisinin çok köşeli kümbet sistemiyle bütünleştirmiştir. Kilisenin çanı yurtdışında yaşayan Hirant Köşkeryan adındaki bir Ermeni tarafından Brezilya’da yaptırılmıştır.
Bir süre hapishane olarak da kullanılan bu yapı, günümüzde Gaziantep'in en büyük camilerinden biri olarak hizmet vermektedir. Eski çan kulesi, minare olarak düzenlenmiş ve yapıya ilave bir minare daha inşa edilmiştir. Üç tonluk özel yapım kilise çanı ise bugün Gaziantep Müzesi’nce muhafaza edilmektedir.
Aziz Bedros Kilisesi
1723 yılında yapıldığı tahmin edilen Kilise, 2005 yılında belediyenin yol açma çalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır. Kilise, VIII. Patrik Bedros Krikor Katolikos döneminde kesme taştan yaptırılmış, pembe mermer ve bazalt taşlar ile süslenen, iyi derecede korunmuş olan yapı, günümüzde Ömer Ersoy Kültür Merkezi olarak hizmet vermektedir.
Kendirli Kilisesi
1860 yılında yapımına başlanan kilise, inşası sırasında Gaziantepli Katolik Ermeniler’in maddi yönden zorlanmaları nedeniyle, Fransa Kralı III. Napolyon’dan, Fransız misyonerlerinden ve Katolik camiasından maddi destek alınarak tamamlanmıştır. Daha sonra kullanılmaz hale gelen kilisenin yeniden yapılması için geniş kapsamlı yardım kampanyası düzenlenmiştir. Eski kilise yıkılarak yerine 1898 yılında şimdiki kilisenin inşasına başlanmış, yapımı iki yıl sürmüş ve 1900 yılında büyük bir törenle açılışı yapılmıştır. Kilisenin planı Roma’daki Saint Fransua Kilisesi’nden örnek alınmıştır. Kilise planı Vatikan’dan Papalık makamından gönderilmiştir. Günümüzde Anadolu-Türk Arkeoloji Entitüsü olarak hizmet verecektir.
Sinagog
Gaziantep’te Osmanlılar döneminde yaşayan Museviler’in ibadetleri için 1886 yılında yapılan havra, İsrail Devleti’nin 1948 yılında kurulması akabinde bölgedeki Yahudiler’in buraya göç etmesi sonucu bir süre atıl kaldı. Havra, günümüzde restorasyon çalışmaları sonucunda yeniden ayağa kaldırılmış olup günümüzde Kültür Merkezi olarak hizmet vermektedir.
Kasteller
Yaz aylarında sıcaklığın 40 derecede seyrettiği Gaziantep’te yaşayanlar, ellerindeki az miktardaki suyun buharlaşmasını önlemek için yerin altında açtıkları livas denilen kanallarla, suları belli bir merkeze (Suburcu) toplamışlar ve bu merkezden de şehre dağıtmışlardır. Evler, su ihtiyacını karşılayabilmek için livaslar üzerine yapılmış ve bu evlerden livaslara kuyular açılmıştır. Bu kuyular hem su ihtiyacını karşılamak hem de yazın sıcaktan bozulacak erzakların kuyulara sarkıtılarak bozulmasını engellemek için kullanılmıştır.
Ayrıca, cami altlarından geçen su kanallarının belli bir noktasına yüzeyden 30-40 merdivenle inilen ve adına Kastel denilen; içinde tuvaleti, yıkanma yeri, dinlenme ve abdest alma yerleri, çamaşır ve yün yıkama mekanları ve bazılarında namaz kılma alanlarının da (mescit) bulunduğu genişçe mağaramsı boşluklar oluşturulmuştur. Kasteller evlerin modern manada şehir içme suyuna kavuştuğu ve çeşmelerin yapıldığı tarihe kadar önemini korumuştur. Bu yapılar kısmen veya tamamen yer altında bulundukları için daha sonraları çok fazla dikkat çekmemiş, sanat tarihi terminolojisinde de yer almamışlardır.
Antep geziniz sırasında 13. yüzyılda Memlükler tarafından yaptırılmış ve bugün Gaziantep’in en eski kasteli olan Pişirici Kasteli’ni ziyaret edebilir ve UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alan ve dünyada bir eşi daha olmayan bu mimari yapıları yakından inceleyebilirsiniz.